Kandinsky, tinsellik kavramını irdelediği Sanatta Tinsellik Üzerine adlı eserinde: “Renk, ruhu doğrudan etkileyen bir güçtür,” der. Sanat ile insanın tinsel dünyasının bağlantılı olduğu görüşü; sanatın kendisi kadar eskidir. Bu görüş, sanatın her biçiminin insan tini üzerinde etkisi olduğu anlayışını beslemiş, yeni sanat tarzları ve anlayışları ile tinsellik bir arada gelişmiştir. İnsanlık tarihinin her bölümünde karşımıza çıkan bu gelişim, 20. yüzyılda, tinsel kavramları sanat üzerinden anlatma çabasını ortaya çıkarmıştır.
Tinsellik Nedir?
“Tinsellik nedir?” sorusuna iki ayrı cevap verilebilir. Bunlardan biri daha mantıksal iken diğeri kavramın kendi gibi tinseldir.
Tinsellik sözcüğünün Türkçe “tin” sözcüğünden türetildiğini söyleyerek başlayabiliriz. Yaşayan canlının içindeki madde olmayan varlık olarak tanımlanabilen bu sözcük, dilimize Arapçadan geçmiş “ruh” sözcüğünün Türkçe karşılığıdır. Dolayısıyla, “tinsel” sözcüğünün “ruhsal” ya da “manevî” gibi anlamlara geldiğini söyleyebiliriz.
Sorunun daha “tinsel” bir cevabı ise insanın maddeüstü alemle olan ilişkisinde saklıdır. İnsan olmanın en içkin gerekliliklerinden birisi de cevap arayışıdır. Tinsellik de insanın aradığı cevabı maddenin ötesinde bir alemde bulmasını sağlayan anlayıştır. Bu anlayış, insanın varoluşunu maddeüstü bir tine bağlar ve kişinin bu tinle ilişkisini tanımlar.
Tinsellik ve tinle ilişki kurma, çeşitli çabalarla, farklı uğraşılarla sağlanabilir. Kimi insan bunu ibadet ile yaparken kimi günlük hayatındaki pratiklerle kimi ise sanat aracılığıyla gerçekleştirir.
Sanatta Tinsellik Nedir?
Sanatta tinsellik, insan tecrübesinin ve duygularının sanat yoluyla yansıtılmasıdır. Bu kavram, farklı sanatsal ögelerin kişi üzerinde bıraktığı etkiye ve uyandırdığı duygulara işaret eder. Buna göre; sanatın insanın iç dünyasıyla böylesine bir ilişki içerisinde olması tinsel bir durumdur.
Sanatta tinselliğin kavramlaştırılmasına öncü olan kişi ünlü ressam Valery Kandinsky’dir. 1911 yılında basılan Sanatta Tinsellik Üzerine Kandinsky tarafından yazılan en ünlü eserler arasındadır. Bu eserde, Kandinsky; renklerin, seslerin ve diğer sanatsal ögelerin insan tini üzerindeki etkilerini irdeler. Kandinsky’ye göre sanat, insanın iç dünyasıyla doğrudan bağlantılı bir güçtür.
Elbette, Kandinsky’nin değindiği tinsellik kavramı, salt dini veya spiritüel bir olgu olarak görülmemelidir. Sanatta tinsellik, estetik ve görsel zevkle de yakından ilişkilidir. Bir resimdeki renklerin kendi içlerinde oluşturduğu uyum, tonların parlaklığı, resmin görsel çekiciliği ve bütün bunların resme bakan kişiye yansıttığı duygular, sanatın tin üzerindeki etkisinin göstergesidir.
Sanatta Tinselliğin Kısa Tarihi
Yazının keşfedilmediği, insan tecrübelerinin kayda geçirilemediği tarihöncesi çağlarda dahi sanat; tinsel kavramlar ile bağlantılı bir biçimde gelişmiştir. Erken insan topluluklarının dini amaçlarla yaptığı heykeller, Göbeklitepe’deki dini motifler veya dünyanın dört bir yanındaki mağaralarda bulunan resimler; sanatın en eski çağlardan beri tinsel olguları yansıtma amaçlı kullanılageldiğini gösterir.
Coğrafyamızda da sanat ve tinsellik her daim birlikte gelişen kavramlar olmuştur. Özellikle Yahudi ve İslam kültürlerinde canlı sureti çizmenin hoş görülmemesi, bu toplumların daha soyut sanat anlayışları geliştirmesine neden olmuştur. İslami tasavvufun önemli bir parçası olan ilahiler ve dinî metinler, sözlü sanatta tinselliğe iyi bir örnektir.
Avrupa sanatındaki tinsellik ise Orta Çağ’da İncil’den sahnelerin resmedilmesi şeklinde başlamıştır. Heykeller veya resimler aracılığıyla dini sahneleri tasvir eden sanatçılar, Hristiyan dinî kavramlarını eserler aracılığıyla yansıtmayı denemiştir. 19. yüzyıla gelindiğinde ise ortaya çıkan soyut sanat akımı, tinsellik olgusunun tam anlamıyla ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Soyut Sanat ve Sanatta Tinsellik
19. yüzyıla kadar dini sahnelerin temsilinden ibaret olan sanat ve tinsellik ilişkisi, soyut sanat anlayışının gelişmesiyle birlikte iyice perçinlenmiştir. Sanatında tinsel esinlenmelere sıkça yer veren Vasili Kandinsky, soyut sanatın da öncüleri arasındadır.
Eserlerinde insan ve canlı ögelere yer vermeyen Kandinsky; anlatmak istediği şeyi desenler ve soyut ögeler ile yansıtmayı denemiştir. Müziğin insan tiniyle derin bir ilişkisi olduğuna inanan sanatçı; ortaya koyduğu eserlerde müziğin kendisinde uyandırdığı duyguları resmetmeye çalışmış, renkler yoluyla kendi duygularını aktarmıştır.
20. yüzyılın diğer soyut sanatçıları da eserlerinde tinsel unsurlardan esinlenmiştir. Bu esinlenme, sonraki sanat akımlarına da yansıyarak gerçekçi sanat anlayışının geride bırakılıp daha soyut anlayışların yayılmasına neden olmuştur.